Sizin Malatya

Malatya Efsaneleri.!!!

İlk Efsane Yeşilyurt dan


Yeşilyurt ilçesinden, bağ ve bahçelerin bulunduğu Taftacık semtine giderken, Davullupınar'ın karşılarına düşen düzlüğe "Gelin Yurdu", "Düğün Yurdu" deniliyor.

Evvelce burası bir yerleşim yeriymiş. Bu bağ ve bahçe sahiplerinin toprak altından çıkardığı çanak-çömlek parçalarından da anlaşılıyor. Orada oturanlar düğünlerini işte bu düzlükte yaparlarmış. Birisi evleneceği zaman herkes oraya çağrılır, yenip-içilip, eğlenilirmiş.

Söylentiye göre orada yaşayanlar kısa boyluymuş. Günümüzden yaklaşık 200 yıl önce, geç saatlerde, Yeşilyurt'lu iki ikişi Düğün Yurdu'na gitmiş. Orada kısa boylu adamları, ellerinde alev çıkaran odunlar olduğu halde, oynarken görmüşler. Korktuklarından onların yanına daha fazla sokulamamışlar.

Bunlar birbirlerine çok bağlı kimselermiş. Her öğünde aynı yemeği pişirirlermiş. O gün ne yemek yapılacaksa ağanın kızı tarafından evden eve duyurulur, bunun dışında bir aş tencereye konmazmış.

Bir gün başka köyden alınan bir gelin, kocasının yemek hakkındaki uyarısına aldırış etmeden canının istediği bir yemek yapmış. Akşam olup kocası eve dönünce ortalık birden karışıvermiş. Adamcağız karısının başka bir yemek pişirdiğini görünce deliye dönmüş. Kazmayı eline almış evi yıkmaya başlamış. Yüksek sesle, "aş karıştı, iş karıştı!" diye bağırmış. Bunu duyanlar durumu anlamakta gecikmemişler.

Kazmayı eline alan evini yıkmış. Eşyalarını toplamışlar, evlerden çıkan direkleri de yanlarına alarak başka tarafa göç etmişler. Böylece birliğin bozulmasına şiddetle karşı olduklarını bir kez daha ortaya koymuşlar.

Bu gün de kendi adlarıyla söylenen, olayın geçtiği yerin sakinleri olan, Kölükoğullarının, o zamanlar sazlık ve bataklık olan Yeşilyurt'un yüksekçe bir yerine, şimdiki Tepecik'e eski yurtarının da görüleceği bir yere yerleşmiş olmaları, Yeşilyurt'ta herkes tarafından bilinmektedir. Aynı aile aynı dayanışmayı vebirliği günümüzde de sürdürmektedir.

Orduzu Gelin Kayası Efsanesi


Orduzu’nun Bahçebaşı köyündeki Arslantepeyöredeki ilk yerleşim alanıdır. Burada yaşayan yoksul bir kıza komşu ülke kralının oğlu sevdalanmıştır. Kral karşı koysa da oğlunu bu sevdadan caydıramaz. Sonunda gençler kırk gün kırk gece süren bir düğünle evlenirler ve gelin alayı yola koyulur. Kız bir ara gelin alayını durdurur evine iki atlı gönderip unuttuğu oklavayı istetir. Buna kızan anası `’gelinlik tacınla askerinle alayınla taş ol’’ diye beddua edince tüm alay taş olur.

Malatya Beydağı Efsanesi


Torosların bir kolu olan Beydağında uyuyan, taşa dönmüş bir ermişi anlatır. Ermiş yılda bir kez uyanıp şu soruyu sorarmış; Malatya ovası altın sabanla sürülüyor mu? Olumsuz yanıt alınca tekrar uykuya dalarmış. Malatya ovası çok verimlidir. İyi sürülüp işlenirse bereket, bolluk artacak sabanlar bile altından yapılacaktır. O gün Ermişin yeniden canlanacağına inanılmaktadır. Ermiş O günü beklemektedir....

Gündüzbey Derme Suyu Efsanesi. (Malatya İçme suyu)


Hz. İsa'nın hristiyanlığı yaymaya çalıştığı yıllarda Gündüzbey yakınlarında putlara tapan ve bu inanışı büyük ölçüde yakın çevreye kabul ettiren biri yaşarmış.Hz.İsa hristiyanlığı tanıtmak için gezerken Malatya ' ya da gelmiş ve ününü duyduğu bu putperestin yaşadığı yer olan pınarbaşına da uğramış. Putperest kendisine rakip olarak gördüğü Hz. İsa' yı halkın gözünde küçük düşürüp ona inanmalarını engellemek için çeşitli hilelere başvurmuş. Bunlardan birinde de tapınak haline getirdiği yerde kayaların içine önceden su dolu tulumları yerleştirerek üzerlerini toprakla sıvamış.

Tüm hazırlıklarını tamaladıkdan sonra ahalinin önünde elindeki şiş ile toprak görünümlü yerlere vurarak içindeki tulumlardan su akıtmış ve Hz. İsa'ya dönerek,


Aynı şeyi sen de yaparsan dinine inanacağım ya İsa, aksi takdirde buralardan gideceksin demiş.

Hz. İsa putperestin yaptığı bu hileyi farketmiş ve,


Senin akıttığın su az sonra bitecektir ama bu su sonsuza kadar akacaktır diyerek asasını kayalara vurunca derme suyu gürül gürül akmaya başlamış. Hz. İsa elindeki asayı sürükleyerek Gündüzbey yönüne doğru yürümeye başlamış. Su da onu takip

ederek akmış.

Koca Vaiz Efsanesi...


Koca Vaiz, Anadolu Selçukluları döneminde Malatya ve çevresinde Uç Beyidir. Yörede büyük bir Din Bilgini ve savaşçı olarak bilinir. Bizans üzerine sayısız akınlar yapmıştır. Bunlardan birinde bir kılıç vuruşuyla başı gövdesinden ayrılır. Vaiz Baba başını koltuğunun altına alarak Malatya'ya döner. Eski Malatya (Battalgazi) yakınlarında bir kadın, Koca Vaizi görür,korkuyla bağırır. İşte o zaman Koca Vaiz düşer ölür. Öldüğü yere türbesi yapılır. Günümüzde de halkın en çok ziyaret ettiği yerdir...

TÜRK MİTOLOJİSİ EFSANESİ GUGUK KUŞU

Çok eskiden Hekimhan İlçesine bağlı Kocaözü Kasabasında Küllek Hüseyin adında bir köylü varmış. Bu köylünün beş uşağı ile hasta bir avradı varmış. Eskiden bütün köy halkı tarlada çalışırmış. Tarlada çalışmak o günün şartlarına göre çok zormuş. Küllek Hüseyin çok fakir olduğundan avradı ile birlikte hiç durmadan çalışırlarmış. Hasta olan avradı iyice hastalanmış. Köyde ne tohtur ne de hastahane varmış. En yakın hastahane Sivas'ta imiş. Araba ve yol olmadığından gitmek çok zormuş. Küllek Hüseyin avradını ata bindirerek yola çıkmış. Uzun yola dayanamadan Mehri hatın yolda ölmüş. Küllek Hüseyin avradını yolda gömmüş. Yetim kalan beş uşağa hiç bakacak kimsesi kalmamış. Küllek Hüseyin yeniden evlenmiş. Analık eline kalan uşaklara çok kötülük ediyormuş. Uşaklara yemek ekmek vermiyormuş. Babası tarlaya çalışmaya gidince onlara olmadık kötülükler edip babaları gelince şikayet etmesin diye uşakları korkuturmuş. Çevredeki komşular bu duruma çok üzülüyorlarmış. Bir gün evin büyük kızı, ortancılı gardaşını üvey anasının elinden kaçırıp dağa götürmüş. Koynuna bir torba koymuş bir de keser almış. Bunları uzaktan izleyen bir çoban varmış. Zeynep kengeri toplamış Yusuf'un torbasına doldurmuş. Yorulunca bir yere oturup dinlenmişler. Az sonra torbaya bakmış ki torbada hiç kenger yok. Torbanın dibi delik olduğundan hepsi dökülmüş. Yusuf küçük olduğu için kengerin döküldüğünün farkına varmamış. Buna çok sinirlenen ablası keser ile gardaşının başına vurup öldürmüş. Korkusundan eve gidemeyen Zeynep ağlaya ağlaya yürüyecek hali kalmamış gece sabaha kadar oturmuş ağlamış.

Allah'a yalvarmaya başlamış ve demiş ki: "Allah'ım beni bir kuş eyle kanadımı gümüş eyle. Gakgoğ diyem, babbağ diyem, gardaş diyem ağlıyam."


Allah tarafından kuş kesilmiş bunları izleyen çoban, Zeynep'in nasıl kuş olduğuna inanamamış. Zeynep aynen guguk kuşuna benziyormuş. O günden sonra guguk kuşu gardaşını öldürdüğü taşın başına konup hiç durmadan ötüyormuş. Bu olaydan önce köylüler hiç böyle bir kuş görmemişler, günümüze dek gelen bu efsane nedeniyle çevremizde ne zaman bir guguk kuşu görsek büyükler Zeynep geldi derler.

GÜZELYURT EFSANESİ;

Güzelyurtlunun biri savaşta tutsak düşer. Yanına yaklaşan bir adam nereli olduğunu sorar.

Güzelyurtluyum diyince Adam;

"Yurduna döndüğünde çeşmenin başına var. Bir pire tut,kayanın üstünde öldür, sakın unutma"der.


Adam yıllar sonra tutsaklıktan kurtulup yurduna döndüğünde söyleneni anımsar. İsteneni yapar. Pireyi öldürmesiyle üstüne arılar üşüşür. Arılardan korunmak için abasını başına çeker. Abanın içinde üç arı kalmıştır. Ortalık durulunca adam abayı başından atar, üç altın yuvarlanır. Korkup abasını başına çekmese tüm arılar altın olacaktır.

ESKİMALATYA KURULUŞ EFSANESİ:

Eski Malatya’ nın terk edilişi her ne kadar askerlerin zorunlu olarak burada misafir olmaları ve kalmaları halkı her ne kadar Aspuzu yaylasına yönlendirmiş ve ikamet etmeye zorlamış ise de aşağıda anlatılanları okuyup zorunlu göçe ait bir efsanenin ortaya çıktığını dinleyeceklerdir.


Eski Malatya XIX. yy başlarında terk edilmiştir. Halk Aspuzu bağlarına yaz için göç etmektedir. Söylence bu göçle ilgilidir. Eski Malatyalılar her yıl Aspuzu’ya göç ederken ateşlerini bir kuyuya doldurup üstünü kapatmakta,dönünce de aynı kuyudan ateşlerini almaktadırlar. O yıl Aspuzu’dan dönen halk ateşlerinin söndüğünü görür. Bunu uğursuzluk sayar ve kenti terk ederler. Ve şu anki yerleşim yeri olan yeni Malatya'ya dönerler.

YAĞMUR DUASI


Eski Malatya ovası verimli topraklara sahiptir ve yöre halkının başka gelir kaynağı olmadığı için, bir çok yörede olduğu gibi, bu topraklardan ürettiği ürünlerle geçinmek zorundadır. Olması muhtemel kuraklıklara karşı çok hassastır


Tek geçim kaynağı toprak olunca, alınacak veriminde yüksek ve kaliteli olması istenir. Yağışların normal olması beklendiği bahar aylarında, yeterli yağmur düşmediği zaman yöre halkı Karahan Mahallesinde, Kırklar mezarlığında (müftüoğlu mezarlığı.) toplanır. İmam nezaretinde namaz kılınır, dualar okunur. 40 adet ocak ve ocak üstüne 40 kazan kurulur. Bu kazanlarda yemek pişirilir ve kalabalık ortamda yenilir.


Bu yapılan dualardan sonra Yağmur yağacağına inanılır.

KIRKLAR (KIRK KARDEŞLER) EFSANESİ


Battalgazi halkının rivayetine göre zamanında halk arasında yaşayan bir bey varmış. Bu beye bir türlü kız beğendiremiyorlarmış. Gel zaman git zaman bu bey, bir kervanla gelen bir Rum kızını görür, bu kıza aşık olur. Allah’a şöyle yalvarır. “Allah’ım bu kızı nasip et de bana evlat yüzü gösterme.” Beyin bu duası kabul olur. Bir Rum kızı olan sevgilisini babasından ister. Hristiyan olan kız babası önce kızını vermek istemez, Fakat kızının da Bey’e gönlünün olduğunu ögrenince kızını vermek için şart koşar, Bey’den kırk torun ister. Ancak bu şekilde kızının müslüman olmasına izin vereceğini ve hayatları boyunca onlara destek olacağını söyler.


Allah’a yaptığı duayı unutan Bey bu şartı kabul eder. Müslüman olan sevgilisiyle evlenir. Bu evlilikten uzun sure çocukları olmaz. Bey karısını kaybetmek korkusuyla devrin hekimlerini dolaşır, bir türlü çaresini bulamaz. O zamanlar yörede yaşayan bir şeyhin yanına giderek ondan yardım ister. Şeyh daha önce Allah’a vermiş olduğu sözü hatırlatarak, ona dualar okumasını öğretir. Bey evine döndükten sonra rüya görür. Bu rüyasına bir anlam veremez. tekrar o ermiş kişiye gider. Ermiş adam rüyanın tabirini yapar ve kırk tane çocuğunun olacağını ve bu çocukların hiç birinin uzun süre yaşamayacağını söyler. Öldükten sonra bu çocukları bir tepeye gömmesini ister.


Beyin çocukları olur. Ama hiç biri uzun süre yaşamaz ve bey ermişin tavsiyesine uyar, ve bu tepeye kendi elleriyle gömer. Bu tepeye beşik şeklinde bir taş koyar. Bu olay şehir halkının üzerinde büyük etki bırakır. Böylece burası kırklar adıyla kutsal bir yer haline gelir. En sonunda bey ve karısı da ölür ve onlarda buraya gömülürler.


Bu gün çocuğu olmayanlar gelip bu beşiği sallayarak dileklerinin olmasını isterler.

ALKARISI" EFSANESİ


Lohusa hanımların korkulu rüyası olan alkarısı, Asya ve Avrupa ülkelerine yayılmış efsanelerdir. Bütün Türk Boylarında bilinen al karısı; al bastı, al albıs, albis, almış, almis, gibi isimlerle anılır. Bu inanış sisteminin geçmişi, çok eskilere dayanmaktadır.Türklerin, Islamiyetten önceki dinleri olan şamanizm'de , alkarısı ve al basması olarak nitelendirilen "kötü ruhla" ilgili bir çok inanışlar vardır.


Yakutlarda, Kırgızlarda, Kazaklarda, Özbeklerde, Kazanlarda, vs. lohusa hanımı, "al karısından korumak için değişik çarelere baş vurulur.


Al karısı, Kırgız - Kazak Türklerinin inanışına göre iki kısımdır: Kara Albastı: Ciddi ve ağır başlı bir ruhtur.


Sarı Albastı : Doğum yapan kadının ve çocuğun ciğerini söküp suya atar. Hoca veya Baksı (şaman) ların okumasıyla giderler sarışın bir kadın suretindedir. Bazen, keçi veya tilki suretlerine de girer. Baksı veya Ocaklı adamlar, "Albastı "yı yakaladıkları zaman : "Ey al bastı, zalim, Koy ciğerini yerine, Zavallının canını iade et Sözümü tutmazsan, Bana hürmet etmezsen, Gözlerini çıkarırım" şeklindeki efsunu söylerler.


Genel olarak al karısı, lohusa hanımlara ve atlara musallat olan korkunç bir yaratıktır. Uzun boylu, uzun parmaklı ve uzun tırnaklıdır. Çok çirkin ve iğrenç bir suratı vardır. Bedeni yağlı, uzun ve siyah saçlıdır. Saçları, aynı zamanda darmadağınıktırve kocaman bir başa sahiptir. Dişlere at dişi gibi iri ve seyrek, ayakları ise terstir. Bunlar lohusa kadınların ve yeni doğan çocukların ciğerlerini yiyerek beslenirler. Daha çok kırmızı elbise giyerler; su başında ve ağaçlık yerlerde yaşadığına inanılır.


Malatya çevresinde; Lohusanın başucuna su, süpürge ve Kur'an-ı Kerim koyulur, yakasına iğne türü bir şey takılır ve yanında sürekli bir erkek (eşi veya yakın akrabalarından bir erkek) bekler diğer bölgelerde ise kadının başına soğan, demir çubuk ve Kur'an-ı Kerim konur Anadolu'nun bir çok bölgesinde; lohusanın başına beyaz yaşmak ve kırmızı tül bağlarlar. Kırmızı altın takarlar ve hastaya kırmızı şeker hediye ederler. Çünkü, al karısı, kırmızı rengi hiç sevmez diye bilirler.


Buraya kadar, hep, lohusa hanımlara musallat olan alkarıyarından bahsettik. Ancak, bunların dışında, erkeklere, genç kızlara ve atlara gelen alkarıları da vardır. Malatya'da ise Hıbilik adları verilir. Ama bunlar, alkarısı şeklinde değildir, daha değişik varlıklardır. Çünkü, alkarısı, erkeklerden korkar. Genç kızlara musallat olan alkarısı ise "albıs" adı verilir. Bu, evlenmeyen bir kızdan türemiştir. Genç kızların yanına giderek, onların hastalanmasına sebep olduğu yaygın bir inanıştır.Halkın inanışına göre, lohusanın veya bebeğin ciğerini yemeye gelen alkarısı, bir takım hilelerle yakalanıp, göğsüne bir iğne saplanırsa, tekrar eski yerine dönemez, o aileye hizmet edermiş. Konuyla ilgili olarakDoğu Anadoluda birbirine yakın efsaneler anlatılmaktadır. Bu efsanelerin bir benzeri şu şekildedir.


“ Hanımı yeni doğum olan bir adam, odaya giren alkarısını görür. Alkarısı, lohusanın ciğerini çıkartmak için uğraşırken, bir iğne bulup, bunun göğsüne saplar.İnsan şekline dönüşen alkarısı, göğsündeki iğneyi çıkartması için adama yalvarır. Çünkü, kendisi iğneyi çıkaramaz ve çıkaramadığı için de, kendi taifesine dönemez. Alkarısı, o ailenin işini yapmaya başlar. Bu, çok güzel hızlı bir iş yapar. Evin bereketi, gün geçtikçe artar.


Birgün, ev sahipleri ile ekmek yapmaya başlayan alkarısı, su getirmek için kuyu başına gider. Orada oynayan çocuklardan birine, göğsündeki iğneyi çıkarması için yalvarır. Çocuk iğneyi çıkarınca, kadın yedi yıl hizmet ettiği eve doğru; "Evinizde hiç su bulunmasın; paranızın sayısını hiç bilmeyesiniz ve yaz - kış, evinizden odun ekmeksiz olmasın" der, sonra da çocuklara; suya atlayacağını, eğer suyun üzeri kan olursa, yakınlarının kendisini öldürmüş olabileceğini söyler. Alkarısı suya atlayınca, suyun üzeri kanla dolar. O günden sonra da, bu ailenin evine hiç su bulunmaz, paralarının sayısını bir türlü öğrenemezler ve yaz - kış odunları hiç eksik olmaz” Bu efsanenin benzeri, alkarısı inancının hakim olduğu, hemen hemen her bölgede anlatılmaktadır. Malatya'da Elazığ'da Erzincan'da, Kars 'ta Diyarbakır'da, Bingöl'de, vs. hep aynı efsaneler biraz değiştirilerek, hikaye edilmektedir.

 

E-Bültene Kayıt Olun, Fırsatları Kaçırmayın!

İlginiz Çekebilir

Malatya'nın Yöresel Tatlıları Türkiye'nin Eşsiz Lezzetleri TAŞ KÖPRÜ - Malatya Trafik sigortasında değişiklik Malatya'da Piknik Alanları Malatya'nın Tatlısı: Fışfış